7 min read

Hatay Samandağ’dan Bana Kalanlar...

İnci Begüm Topaloğlu

YGA’daki gönüllülük sürecimde Türkiye’nin dezavantajlı bölgelerinde vicdanlı bilim atölyeleri gerçekleştireceğimi bilsem de heyecanlanmamak elimde değildi. Nelerle karşılaşacağımı, nasıl bir deneyim olacağını bilmiyordum. Ekip arkadaşlarımla Hatay’ı ziyaret edeceğimizi ve Samandağ’da bilim atölyesi gerçekleştireceğimizi öğrenince bu heyecanım daha da arttı.

Şimdi geriye dönüp bakınca bunun yaşadığım en unutulmaz deneyimlerden biri olduğunu daha iyi anlıyorum. 48 saat içerisinde bu kadar çok krizle yüzleştiğim ama hiçbirinin kriz olduğunu bile hissetmediğim, her an ekibin desteğinden güç aldığım 2 gündü. Hâlâ öğrendiklerimi kendime anımsattığımı ve birçok değerli anıya ortak olduğumu fark ediyorum. Bu deneyimi yaşama fırsatım olduğu için çok minnettarım. Yaşadıklarımı sizlerle de paylaşmak adına bu yazıyı yazmak istedim.

Samandağ’da ekip olarak başımızdan geçenleri kısaca özetlemek gerekirse şunu söyleyebilirim: İlk gün yağmur nedeniyle katılımın az olduğu, toplam 7 çocukla yapılan bir atölyeden; ikinci gün Bilim Sahaları Koordinatörümüz Recep Abi’nin bir anda “42 çocuk var, daha fazla sandalye dizelim.” diyerek konteynıra girdiği bir atölyeye dönüşen bir saha deneyimiydi.

Bu yazımda da seyirlerden, MTTR kavramından, esneklikten, ekip olmaktan, sahada herkesin bilmesi gerektiğine inandığım öğretilerden, sahanın bana etkilerinden ve en kıymetlisi benim çocuklarda gördüklerimden bahsetmek istiyorum.

Bundan bir hafta önce YGA’dan bağımsız farklı bir sahada görevliydim. O sahada da aslında şunu fark ettim: Her saha benzersiz ama bir o kadar da birbirine benzeyen deneyimleri barındırıyor. Sorunlar farklılık gösterse de çözümler genellikle hayatımın bir döneminde öğrendiklerimle ilişkili oluyor. Bu noktada ise devreye seyir yapmış olmak giriyor bence. YGA’da yaptığımız seyirlerde yaşadığımız deneyimleri, kendimize aldığımız öğretileri ve iç görüleri birbirimizle paylaşıp ekipçe gelişimimizi kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Biz ne zamanki saha sonrası seyir yaparak öğretileri “yaşanılanlar” kategorisinden “öğrenilenler” kategorisine taşıyoruz, o zaman kriz anında ihtiyaç duyduğumuz bilgiyi anımsamamız çok daha kolay oluyor. Yaşadıklarımızın adını koymak, onlara anlam katıyor. Öğrendiklerimi ise çoğu zaman yalnızca sahada değil, günlük hayatta yaşadığım ufak olaylarda dahi kullanabiliyorum.

Bu noktada “MTTR” benim için üzerine en çok düşündüğüm kavramlardan biri haline geldi. MTTR yani Mean Time To Repair, bir arızanın tespit edilmesinden itibaren beklenen ortalama onarım süresini ifade ediyor. Bir fabrikanın sağlıklı işlemesi için bu zamanın çok kısa olması gerekir. Benzer şekilde bir insanın da yüksek performansta çalışması, kendiyle ilgili bu onarımı ne kadar hızlı yapabildiğine bağlı. Kişi kendisiyle ilgili yanlış giden şeyi fark edip onu düzeltmek için aksiyon alamıyorsa, yani çabuk toparlanamıyorsa MTTR’si yüksek anlamına geliyor.

Yaşadığım sorundan ziyade sorunu çözme sürecinin ve nasıl çözeceğim karmaşasının beni strese sürüklediğini ve verimimi düşürdüğünü fark ettim. Bu süreci MTTR kavramıyla ilişkilendirip süreyi kısaltmaya yönelik uygulamalar hayata geçirdiğimde ise stresimi çok daha kolay yönettiğimi hatta kısa sürede atlattığımı fark ettim. Çünkü sorunun kendisinden önce, onu çözmeme engel olan faktörleri hızlı şekilde belirleyip ortadan kaldırıyorum. Böylelikle sorunu çözmek için çok daha fazla zamanım ve çok daha diri bir zihnim oluyor. Bu yaklaşım yalnızca sahalardaki deneyimimi değil, doğrudan günlük hayatımı da dönüştürdü.

Samandağ sahasında ikinci günün ilk oturumunu Recep Abi ile yapmıştık. Koskoca bir oturum boyunca konuşamadım. Recep Abi benim moderatörlüğü daha aktif yapabilmem için ne kadar çabalasa da o esnada çocukların durumu, Recep Abi’nin bilim kitini anlatmak için seçtiği yöntem gibi çeşitli faktörler sebebiyle elimden yalnızca Recep Abi’yi izlemek ve her yaptığını aklıma kazımak geldi. Ne var ki bu durum oturum sonrasında beni çok üzdü ve “Yapamadım, beceremiyorum.” algısına kapıldım. Bu beni gerçekten üzdü, gözlerim yaşardı. Ben de hızlıca ekiple paylaşma yoluna başvurdum. “YGA ekiptir” lafını duymuştum ama ilk defa o gün İnci olarak buna tanıklık ettim. Biz “birlikte başaran” olmakla aynı zamanda birbiriyle paylaşan, yardımlaşan; birbirine destek olup ortaklık eden bir ekip oluyoruz. Ben de istediğim gibi bir moderatörlük yapamadığımı paylaştığımda tüm gönüllüler adına çok önemli olduğuna inandığım bir öğreti üzerine konuştuk:

“Rol modeller olmak, yalnızca bilgiyi karşı tarafa aktarmaktan ibaret değil; iyi birer dinleyici olarak bile çocuklara rol modellik ediyoruz. Söylediklerimizin ötesinde oradaki varlığımız ve tavırlarımız çocuklara ulaşıyor”.

Bu nedenle aslında çocukların bizden ne aldıkları konusunda niyet okumak çok yanlış. İyi bir rol model olmakta asıl önemli olan, paylaştığın şeyler kadar bunları nasıl bir ruh haliyle, nasıl bir tavırla paylaştığın. Bunun üzerine ben kendimi sakinleştirmeye başlamışken içeri Recep Abi girdi ve 42 çocukla atölye yapacağımız haberini verdi. Hepimizin gözleri kapıya çevrildi ve hızla sandalye toparlamaya başladık. Hiçbirimiz daha önce böyle bir deneyim yaşamamış olsak da sanki yedişer kişilik 6 grupla atölye yapmanın ne olduğunu biliyormuşçasına organize olmaya başladık. Bu da YGA ekibinin birlikte nasıl çalışabildiğini bana tekrardan gösterdi.

Gruplar kalabalıklaşmaya başladı ve ben 7 kişilik bir grubu tek başıma modere edeceğimi öğrendim. Üstelik ilk defa çocuklarla tanışma seansını önden yapmamıştık ve grupla bir tanışma oyunu oynamamız gerekliydi. Ben 15 dakika önce “Yapamıyorum.” diye resmen ağlıyordum, şimdi 7 çocukla nasıl yapacağım? Bir de tek başımayım! O an elim ayağıma dolandı desem az kalır.

İşte böylelikle seyirde üzerine konuştuğumuz çok önemli başka bir öğretiye geldi konu: Esneklik. 15 dakika önce ağlayan İnci’den, kendisinden beklediğinden çok çok daha iyi geçmiş bir atölyeyi modere eden İnci’ye… O an aslında saha içinde yaşadığımız bir krizden öte benim kendi içimde yaşadığım bir krizi çözmem gerekiyordu ve elbette tüm oklar MTTR’yi işaret etti.

Çocuklarla olduğum ilk dakikalar tanışma oyununu oynamayı bile doğru dürüst beceremedim. Oyunu yönetemedim, stresten takip bile edemedim. Böylelikle aslında ilk kez verimimi artırmak için değil, başka bir şansım olmadığı için MTTR’mi kısaltmak zorundaydım. O esnada bunu kısaltmak için anlık geliştirdiğim yöntemleri ise şimdilerde hayatımın her alanında kullanıyorum. Saha gerçekten karar alma mekanizmamızda müthiş bir değişim yaratıyor. Burada vurgulamak istediğim bir diğer nokta da şu: Sahada ekipten yardım almak bence her anlamda çok önemli. Duygusallaştığımda veya moderatörlüğüm aksadığında ekip olmasa kesinlikle çok daha zor toparlanırdım. Ben moderasyonu yaparken Recep Abi’nin zorlandığımı görüp bir dakikalığına bile olsa gelip çocuklara bir şeyler söylemesi içinde bulunduğumuz ana dönmeme ve büyük resmi görmeme çokça katkı sağlıyordu. YGA ekiptir, saha kesinlikle ekip işidir.

Öngördüğümden bambaşka bir durumla karşılaşsam dâhi ağlıyor olduğum bir hâlden; kendi kendini döndüren, sürekli sorular soran ve birbirlerinin sorularını cevaplamak için tartışan, buldukları sonuçları akıllı arabalarına entegre ederek keşfeden bir ekip çıkarmak da mümkünmüş. Ben o an planımı genişletip, mantıklı anlık kararlar vererek, yeri geldiğinde Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran’ın da bahsettiği gibi “pilot uygulamalar” yaparak esnekliği kendime göstermiş oldum. Evrenin akışını değiştiremiyoruz ancak sayısız ihtimalden birine uyum sağlayabiliyoruz. Ekip olarak ortak şekilde birlikte başardığımızda gerçekten ortaya bir şeyler çıkarabiliyoruz. Bu anlayışı çocuklarla paylaşabilmek için şöyle bir kalıp geliştirdim:

Rekabet etme, ortaklık et.

Bunu sık sık günlük hayatta da anımsıyorum. Çocuklarınsa bu anlayışı takip ettiğimizde atölyeyi çokça verimli geçirdiklerine şahit oldum. Az önce bahsettiğim o, kendi kendini çevirebilen ve çocukların proaktif olarak atölyede yer aldığı ortamı kurmak adına çocukların kendilerini ifade edebilecekleri bir ortam yaratabilmek, ortaklığın ve aslında onların katkısına ihtiyaç duyduğumuzun bilincine varmalarını sağlamak çok kıymetli. Çünkü atölyede tanıştığım pek çok çocukta hissettiğim ortak bir şey vardı: fikirlerine değer verilmesine şaşırmaları. Sinan Abi’nin 101 Kampı’nda özellikle aktardığı şeylerden biriydi değer vermenin önemi. Bizlerle aşağıdaki şu cümleyi paylaşmıştı:

They don’t care how much you know

Until they know how much you care.

Çocukların fikirlerini sorduğumuzda ve merak ettiğimizi onlara hissettirdiğimizde, modülleri onların istediği şekilde kullandığımızda özellikle kız çocuklarının şaşırdığını gördüm. Bu şaşkınlıkları karşısında onlara daha çok sorumluluk verip daha da aktif olmalarını beklediğimde ise fikir yürütme ve merak etme yeteneklerinin yarım saatte bile nasıl arttığını gördüm. Kimi zaman atölye esnasında bunu belli etmeyen çocukların, atölye sonrasındaki değerlendirme anketini doldururken bilime karşı daha da meraklı olduklarını ifade ettiklerine şahit oldum. Bunların hepsi öylesine heyecanlandırıcı ki…

YGA’ya dahil olduktan sonra katıldığımız 101 kampında “tanıklık etme” üzerine konuşmuştuk. Şimdi birinci dereceden tanıklık etmenin farkını daha iyi anlıyorum. Çocukların kendi arabalarını hayal etmeleri, atölye sonrası yanlarına gidip deneyimlerini sorduğumda özgüvenle fikirlerini anlatmaları, büyüdüklerinde bilim insanı olmak istediklerini kendileri dile getirmeleri, kimi zaman atölyede belki de en az aktif olan çocuğun bile bilimi sevdiğini söylemesi… Bunlar gerçekten paha biçilemez, eşsiz deneyimler bence. Bu durumdan etkilendiğim için özellikle paylaşmak istedim. Şimdi ise küçük kuzenim veya tanıştığım çocuklara da onları düşünmeye itecek şekilde sorular sormaya gayret ediyorum. Bu bence gerçekten çok hızlı sonuç veren müthiş bir yöntem ve inanılmaz ölçüde dönüştürücü. Bu açıdan da sahaların bir parçası olabildiğim için sonsuz minnet duyuyorum. Bu ekibin bir parçası olabildiğimiz için de çok sevinçliyim.

İyi ki birlikte, insanlığa faydalı bir ilke imza atıyoruz!